28 Mart 2015 Cumartesi


Modern çizgilerin, hür duruşların ardına gizlenmiş batıl inançlar, görünmez adımlarıyla kendi çemberini çiziyor. Ortasında tüm kararlılığın ve inanmışlığınla, kendinden emin rivayetlerinle sen koca bir çelişki içindesin. Hep küçümsenen kasaba insanları inançları ve yaşayışlarıyla tutarlı ve uyumludurlar. Şehirlerin gizli yaşmaklıları ise modern ve güçlü imajlarına karşın olabildiğine tutarsız, çelişik, cahil ve mutludurlar.

Bir fark dile, dile benden ne fark dilersen.

3 Mart 2015 Salı


Bir torba, elinde; içinde olağan olmayan bir sevecenlik mi var? Torbanın ağzını parmaklarınla açmaya çalıştın, neydi? Bir tebessüm aldın, bir tebessüm verdin, bir ses duyup bir ses verdin. Kısık gözlerini dikti gözlerine, baktı mutlu anlamsız sır dolu. Sordun halini, torbasını verir sırrını vermezdi. Dedi, bu gece kara bir deliğe gidecek ve benim yerime onunla konuşacaksın. Biliyorsun üç gündür göle bakmadım, inip gölü izlemeliyim. Benim için gitmelisin, hemen şimdi. Söylemedi ama rüzgarda salınan kum taneleri sana olacakları söyleyebilirdi. Kara delik  kötülüklerle, birikmiş günahlarla ve şerle ve sessizlikle dolu bir cehennemdir. 

Yağmur bile yalnız değil. Sizi oysa, kırık dökük sözcüklerle duvara karşı, gittiler bırakıp, sizi duvara karşı. Taş gibi susmayı, taş gibi mevsimden mevsime ufalanmayı salık verdiler. Hayır, diyemediniz. Bunca kalabalığın ve sesin olduğu koca evrende size, kendine seslenip duran bir delilik bıraktılar. Zaman kadar yalnız, zaman kadar belirsizdiniz.

Düşündüler, üç gece, nasıl çalacaklarını, sözcükleri nasıl... Üç gece yumruk yumruğa konuştular, çalacaklarını ama nasıl, sözcükleri.  Üç gece bir kez olsun göz göze gelmeden konuştular, sözcükleri nasıl, sezdirmeden nasıl çalacaklarını.



Gözünü kapayıp mutlu olabilirsin, dedi. 'Görmek zorunda değilsin!'

Kulağını tıkayıp mutlu olabilirsin, dedi. 'Duymak zorunda değilsin!'

Ve beş duyu boyu sürdürüldü konuşma. Oysa duyumsamadığım bir dünyada yaşayamazdım. Pek tabii, kimse böylesine yaşamak diyemezdi.

2 Mart 2015 Pazartesi


Kurulu saatlerin tam saatini bulmuş çığırtkanlığı gibi, öyle çirkin...  Aynı kalıba dökülmüş gibi aynı kaba sabalıkla gerinen koca dünya...

Bir tepeden yuvarlana yuvarlana indi ses. Duydun! Sönüktü yeri bulduğunda. Sen ve o, yani siz yeri aynı anda bulduğunuzda kötücül sesler coşkuyla kulağımıza tırmanırken o sine sine toprağa karışmayı yeğledi. Sesti, pekala rüzgar ve ben, su ve yaprak olabilirdi.

Herkesin bir delisi var. Herkesin birbirinden itinayla gizlediği bir delisi var. Ve hepinizde kendi bedeninin ağırlığını başkasının sırtına yükleyip dik yürümek isteyen aç ve aymaz  bakışlar var.
Hadi  duy da gidelim. Bu yollar, bu deniz, bu söz, bu yalpa yalpa yürüyen sözcükler bizi yoruyor.

Söylüyorum. Kendi kovuğunda  yankı yankı tekrarlanıyorsun. İkile-me böyle! İkiledikçe kaçırıyorsun!

Neyi?

Tadı.

Şimdi de bir tat aldığını mı söylüyorsun?

Evet bazen.

Çift sayıya tekabül eden tüm basamakları çökmüş bir merdiven gibi, aksaya aksaya çıkıyor yukarı. 
Sonra koca bir delik daha, pat! Düşüyor.

 Düşen ne?

 Ritm.

Seni anlamıyorum.

Çünkü ayaklarına bakınca kendini gördüğünü sanıyorsun. Bense sana dışardan bakıyorum. Her hareketini görebiliyorum.

Bunun seni anlayıp anlayamamla ne alakası var?


1 Mart 2015 Pazar


USTAMIN ARDINDAN

Çağdaşlarımın arasından görmeyi bu kadar isteyip göremediğim başka bir insan olmamıştır. 
Sarı yağmurun, ipil ipil yağan yağmurun, denizin, korkunun, atların, kayalarda bir güneşli günde akan yılanların, kabak çiçeği dolmasının, sakız kokulu çarşafların, şeftali bahçelerinin, ağacın dallarına yapılan yatağın, dağın tepesinde bekleyen ak bulutun, Türkmen çadırlarının, çakırdikeninin, yarpuzun daha nice zarif, güzel detayın nakkaşı Yaşar Kemal...  Anavarza Kayalıkları'nın, Karınca Adası'nın, Hemite köyünün, Hatçe'nin, Memidik'in, Lena Ana'nın, Vasili'nin sesini kalbimize fısıldayan Yaşar Kemal... Bir atı anlatıyorsan, sözcüklerin arasından atın nal seslerini duyabilmeliyiz,  diyen Yaşar Kemal...