19 Nisan 2015 Pazar


Ah, sizi barbar çocuklar, o sapanlarınıza küçük taşlar sürüp yumruğunuz kadar kuşları öldürüyorsunuz. Aah çocuklar, sonra büyüyorsunuz. Daha çok öldürüyorsunuz.

Bir soluk daha aldın. Dışarda yağmura gebe kül gibi bir hava... Düşlerin ve düşüncelerin eteğine eteğine doluşmuş. Bir elinde ölü suskunluğu bir elinde şarkılar. Zıtlığıyla zenginleşen, kendini yiyen ve besleyen bir dünya işte, göğsüne oturmuş, yüzyıllardır sanki hep ordaymış gibi. 

18 Nisan 2015 Cumartesi

İki elinin işaret parmağını ağzının kenarlarına çengel gibi taktı, ah soytarı, gülmediyse de güldürdü bizi. Kanlanmış gözlerindeki çocuksulukla güldürdü, ahah, hem de nasıl, bizi nasıl...

13 Nisan 2015 Pazartesi

Hayat bazen, kanlı aç pençeleriyle bir sırtlan gibi bekler düşüşümüzü. İnadına bir ağaç arar gözlerimiz, dalları aşa aşa ağacın tepesine çıktığımızı, ablak sırtlana tepeden baktığımızı düşleriz.
Ses bir, titredi. Ses dindi. Sonra iniltileriyle yaralı bir köpek düştü, düştü sahi, ok gibi yara yırta havayı,  düştü. Ses dindi.

10 Nisan 2015 Cuma


Gece gömlek değiştiriyor. Gökyüzü karanlığını taşıyamıyorsa bil ki tanrılar şeytanlara yenilmiş demektir.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Yontulmamış taşlar kadar hür ve kendimiz olabilirdik. Bir başka dünyada belki, başka bir maddeyle vücut bulmuş halde, yıldız tozlarına evrenin lirik boşluğuna karışabilirdik. Daha coşkulu, daha cesur olabilir, dilediğimizce haykırabilirdik. Tepemizde asaları tutan, yıldırımları düşüren eller olmadan çok daha mutlu olabilir, parçası, bütünleyicisi olduğumuz evrenin tadına varabilirdik. 

Ve biz hâlâ kapalı gözlerle denize karşı öylece kalakalmış olabilirdik. Ufka bakmanın içimizi nasıl aydınlatacağını bilmeden, kıyıya her yanaştığımızda göreceğimiz enginlikten korkarak bir çocuk gibi, aniden sıkıca kapatabilirdik gözlerimizi. Karşısına geçtiğimiz bucaksız maviliği görmemek bize tuhaf dahi gelmezdi.Onun kışkırtıcı, hırçın, güçlü sesini  hakkıyla dinlemeye dahi çekiniyor olabilirdik, evet, hâlâ.