31 Mart 2016 Perşembe


    Kağıttan birer yelkenliyiz, ikircikli bir suyun üstünde yol alıyoruz. Yönlerimizi karıştırıyor rüzgar. Uzak bir kıyıdan bir ses alıyor, ses veriyoruz. Soluk soluğa dökülüyor üstümüze gece. Yıldızsız, tehditkar, öfkeli... Batmayacağız. Sese doğru uzanıyor, gövdemizi serip kıyıya bulutlu göğe veriyoruz kalbimizi. 

    Eli kalbinde bir söz olsam küçük oyuntusunda gecenin... Ben bir söz olsam bir eli kalbinde, düşer hokkaya sen olurum.

30 Mart 2016 Çarşamba


    Süzülüyor yaprak yeşili bir su yılanı sazlıkların arasından. Dinlenecek biraz sonra bir kuytuda. Sığlıkta birbirine çarpmadan hızla bir uçtan bir uca akıyor larvalar. Sense karşımızda tüm görkemiyle kapkara bir dağın hülyalı başına konmuş ak bir bulutsun. Çarpık bir gülümsemeyle izliyorsun baharı. 

26 Mart 2016 Cumartesi


    Ağarmış gözlerinin karası. Dudaklarında dünden kalan mor mürekkep, kurumamış daha. Söz yutmuş, biraz söz dökmüşsün. Parmakları birbirine kenetli bir tereddütsün sen. Gitsen denize düşersin, kalsan boz kuyuya.

    Mavi bir atlas göğsünde. Yırtık yelkenleriyle yol alan bakışları küçük seyyahların, hep aynı umutla bakıyor karmakarışık çizgilerine. Sende geziniyor düşleri, saklı vaatler, yarın ve gülüşleri.

    Gri yüzün. Kirpiklerinin gölgesinden düşler kanatlanıyor. Yağmurla çoğalıyorsun. Bir kara deniz sesin, iri dalgalarla çarpan yosunlu taşlara.

    Kal burada, henüz ötmedi tanyeri horozları. Ve henüz çökmedi uyku gözlerime, kalkmadı omuzlarımdan lafazan gece. Dağıtmadım bulutları.

22 Mart 2016 Salı


    Birbirini kibirle süzen kaşlarına değiyor kirpiklerin. Kapkaranlık bakıyorsun. Soluksuz bir gece yağmuru nasılsa, öyle... İnce uzun parmakların masada ritm tutturmuş. Alnına kızıl saçlarından gölgeler düşmüş. Tok sesinden sözcükler dökülüyor, telaşsız. Sonra bir gülümsemeyle başlıyorsun sessizliğine. Sessizlikleri sevmeye başlıyorum. 

21 Mart 2016 Pazartesi


    Biz dökeli taşları eteğimizden, belki koca bir yüz yıl oldu. Bıraktık sözlerin durgun sularında yüzen avare nilüferler olmayı. Kuşanarak özgül seslerimizi ve tırmanarak ipil yağmurlardan tanrılar katına, tırmanarak ve ilk buluta kurarak çadırımızı, gök ektik gök biçtik. Yüz gün yüz gece yıldız çiğnedik, ışık eğirdik.

20 Mart 2016 Pazar


    Çelişik sözler, bir gövdeden çıkan iki inatçı baş gibi birbirini hırpalıyor. Biri diğerine hiçbir zaman galip gelmeyecekse de devam edecekler manasız didişmelerine.

19 Mart 2016 Cumartesi


    Kirpikleri karlı Erek Dağı'na dönmüşüz yüzümüzü. Üzerimizde soğuk bir gece titriyor, yıldız ışıkları ve ay. Yeri ve göğü dinliyoruz. Ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş gelir elleri bulur seni rüzgarın. İşte böyle söylüyor, Akdamar'da kara giysili bir çocuk, kaçmış, iki gündür yapayalnız adada, kendi dahil herkesle ve her şeyle konuşuyor ve şarkılarla öpüyor suları dudaklarından, geceyi ve  dahi tüm sesleri. 

17 Mart 2016 Perşembe


    Sırtında küçük bir şeytanla geziyorsun. Bilindik şekline tezat bembeyaz ve çelimsiz, ürkek. Tam da kötülük peşinde değilse de sana yük olmaktan vazgeçmiyor. Ökseotu neyse o. Varlığını kanıksamış sakin yürüyorsun, nicedir kamburun çıkmış haberin yok, seni izliyorum ardından. 

13 Mart 2016 Pazar


    Yabancı çizgiler yüzünde, muzır bakıyor. Kararan yamaç ve kabaran deniz, iğne yapraklı ağaçların vurgun yeşili ve çizgiler, yüzünde yabancı alımlı çizgiler senin... 

    En kesif sessizliğinde senin, gizil bir sarmaşık kökleniyor kalbimize doğru. 

    Düşlerini ayaklarının yanına bırakıp soğuk denize doğru yürüdün, yalınayak. Heybene iki sözcük koymuşsun, birini sır gibi saklıyor, diğerini 'zaman' diye haykırıyorsun. Belki bilmiyorsun, senin iki omzuna bağdaş kurmuş, denizin dibini yokluyoruz gözlerimizle. Biz bir akrep, bir yelkovan bir de isimsiz bir oyunbaz... En az senin kadar karaysa da gece, biraz yakut, biraz sedef seçiyor gözümüz. Eğilip alsan ışır ve gülümsetirdin isimsizliğimizi.  Oysa sen birbirine sıkıca kenetlenmiş kirpiklerinde kat'i bir yol haritası taşıyor ve boynuna ak köpükler dokunana dek uzaklaşıyorsun kıyıdan.

    Sen bir ışık olsan kalbimizin kıyısına süzülen, bir ışık olsan dilinde yedi renk ve bakışsız,  ardına dek açılırdı gece, açılır ve fersah fersah yol alırdın karanlık gergin perdesinde gecenin. 

    Birbirinin sırtından atlayarak şen çocuklar gibi, kıyıya düşüyor dalgalar. Saçlarımızda yıldızlar, boynumuzda serin rüzgar, tüm varlığımızı kuşatan anaç gecenin gözlerine bakıyoruz. Bakıyor ve bir ılık soluk daha alarak  kıyıdan, geceye ve lirizmine mısra döküyoruz. 

7 Mart 2016 Pazartesi


    Gitsen kaybolursun, diyor, dursan tümden usanırsın

    Öylesine bir ırmak işte, kıyısında yosunlandığın.  Söz söylüyor, sana değil kendine, kadim tanrıların buyurgan diliyle rivayetliyor dün geceyi, ikircikli de üstelik. 

6 Mart 2016 Pazar



    Nasıl da uzun bir yolsun, adına yarın dedikleri... Yana yakıla aradığımız bir ölümsüzlük otu, ikincil yüzün, hep aynı umut ve dirençle... Nasıl da koştuk sana doğru! Her adımda bir kötücül kuzgun konduruyorsun sense omzumuza.

    Nasıl da ıssız bir yolsun, düş gücü ile delilik arasında... Hepimiz aynı bitmez çölünde bıraktık kalbimizi. Dilimizin altında tuz, samyeli ıslık çalıyor dudaklarımızda. 

    

5 Mart 2016 Cumartesi


    Bir söz olsan kızıl bir çaputla cüce bir ağacın ince dalına sarılmış... Üstelik var gücüyle sarılmış... Sen bir söz olsan tüm mecazlardan soyunmuş, gün gibi aydınlık ve şen; tüm yapraklar dökülürdü parmak uçlarına. Diri bir rüzgar koparak dağın kalbinden, koparak sana doğru cisimlendirirdi tüm düşleri. 

    Arıtılmamış belirsizliğini sırtlanarak ve son bir kez bakarak ardına, hiçbir kapıyı açmayacağım, dedi, hiçbir eşikten geçmeyeceğim. Engin göğün altında uyuyacak, ilk ışıkla başlayarak yürümeye, geceye varana dek durmayacağım. 

    Saçlarımın arasında geziniyor sesler. Gidilmemiş topraklar, diyorlar, sanıldığı gibi vadedilmemiş de... Takların altından ak atlar üstünde zafer geçiyormuş, mağrur. Sıkıca kapat gözlerini ve bak, diyorlar. Gözlerimi sıkıca kapıyorum. Atlasın en uzak noktacığında iki küçük ada, o iki küçük adanın  orta yerinde birer tak... Kanatlarını güneşe açmış, çiçek serpiyor yere kumrular. Perde perde yayılıyor nal sesleri. Göğsümüzde yeni bir gün filizleniyor.

2 Mart 2016 Çarşamba


    Çakırdikeni yakar gibi yakacaklar bizi, önce kalbimizden. İşte böyle fısıldıyor kulağıma çocuk. Taş olsam suya dönerim. Çocuksun sen, ölümü düşünmek sana mı kaldı? Küçücük tedirgin parmaklarınla mavi boncuk kolyeni çıkarıp bakır bir tel asıyorsun boynuna. Adını okuyorum, incecik yazılmış. En az senin kadar korkuyorum ölmenden. 

    

1 Mart 2016 Salı



    Çağıldayarak gelirdin bahar sen olsan. Böyle ince ince akmazdın yeryüzüne. Dev bir dalgayla alırdın kışın tekdüze renklerini. Bin bir renkle öperdin çıplak dağları. Solurdu toprak...