30 Nisan 2016 Cumartesi


    Biraz da is dudaklarında... Senden, biraz duman biraz iz, nedense dudaklarımızda...

    Bir ışık olsam gözlerinde kızıl ve buyurgan, ben bir ışık olsam kirpiklerinin gölgesinde çakıp sönen, bir ışık olsam gezinen çizgilerinde, düşer kalbine söz olurum. 

    Dört yanımız dört dağ... Henüz renk vermemiş ve yapraklanmamış kalbimizle dört dağın gölgesinde hasbihal ediyoruz kendimizle. Bir ağızdan konuşuyorlar, bizse suskunuz henüz toprak gibi.  


     Biraz keder, biraz yılgınlık biraz gecesin. Ağır akıyor bulutların üzerimizden. 

27 Nisan 2016 Çarşamba


    Hiç taşırmamış gibi mürekkebi içimizden, hiç bulanmamış gibi maviye, renklerimizden soyunarak dayadık dirseğimizi gecenin sessizliğine.

    Bir de ay çekildi gökten. Ses de is de senden. 

21 Nisan 2016 Perşembe


    Omzumda gece, uysal. Berrak gözlerinde yalın bir gülümseme... Diyor ki: "Keşke alsan kalbimi yerinden, ağırlaşıyorum gün geçtikçe." Oysa en az benim kadar iyi biliyor herkesin kendi yüküyle mesul olduğunu. Susuyoruz birlikte. 

20 Nisan 2016 Çarşamba


    Üç kumru boğazladık, öyle ki soluksuzluk taşıyor avuçlarımızdan. Biraz daha çarpsa ürkek kalpleri, parçalanırdı ellerimiz , çarpsa biraz daha. 

17 Nisan 2016 Pazar

     
    Biraz daha yürüsek duvarların sessizliğine çarpacağız. Eteğimizden misketler yuvarlanacak sonra. Kim bilir neler söyleyecek ayaklarımız birbirine! 

16 Nisan 2016 Cumartesi


    Göğü soluk soluğa aşmış bir ulaksın, kalbinde saklı söz. Bir zamanlar yüz çevirdiğin kapının gölgesinden sesleniyorsun: "Ulağım, bir ulak! Açın kapıyı!" Açılacak kapı ve gecenin kalbine dökeceksin sözünü. Sırtını dönerek sonra, aynı yoldan döneceksin kendine. 

   Ne söylersek söyleyelim hep aynı üç noktaya varıyor dudaklarımız. Yol, kesiliyor ve adımlarımız ve soluğumuz... Sen ise başka başka suretlerde hep aynı aymazlıkla dikiliveriyorsun karşımıza.

11 Nisan 2016 Pazartesi


    Düşün ki nesnenin rüyasıyız.



    Yokuş aşağı, sırtında kaplumbağaların, kaya kaya bulduk düzü. Kır kokuları arasına bırakarak kalbimizi, çünkü ondan daha ağır yükümüz yoktu, bırakarak kalbimizi koyulduk yeniden yola. Gılgameş'in adımlarını öptü adımlarımız. Kendi sonsuzluğumuza varana dek tüm sonları biriktirdik eteğimize. 

    Yapraklanmadı ayaklarımız, aksine adım çaldık Hermes'ten.

    İkindi kahvesi, denize karşı, olmazsa olmaz... Balat yollarında kaybolmalı aklımız. Şuh bakmalı renkli ahşap evler ve yollar ıslık çalmalı, çökmeden gece. 

    Neden çelişmesin yaşam kendiyle? 

    Neden en olmaz bildiklerimiz 'ol' olmaksızın gerçekleşivermesin bir adım ötemizde?



    Kötü çeviri, metni öldürür.

10 Nisan 2016 Pazar


    Seni çünkü hoyrat bir çağlayan alıp kollarına, uzak bir zamana taşımış. Ses ve söz geçirmez kalbin, sisli yüzün ve safir yumruğunla bir öte'sin. 

8 Nisan 2016 Cuma


    Ne zaman sussam bir ayrıksılık konuşur kafamın içinde. Tüm gerçeklikleri yadsımak isterim. Ve tüm zıtlıkları buluşturmak...

    Ödünç vermelisin bana düşlerini. Uykularım aklına bulaşmalı ve aklımı almalı düşlerin.

    Geçmişini bir küfür gibi yüklenmiş kaplumbağa, asırlık ve buruş buruş, bataklık yeşili boynunu öne uzatarak bakıyor suda yüzen çirkinliğine. Zamanı kabuk bilmiş, ev timsali, bir an olsun ayrılmıyor kabuğundan, ayrılsa gök yarılacak sanki. Bir iki yağmur dökülüyor buluttan, önce göğe sonra yağmura sövüyor. Gülerken gören olmamış, buna tezat birden başlıyor gülmeye, hem katıla katıla. Son, diyor, hiç bu kadar olası görünmemişti. Nihayet ayrılacağım kafamın içinden. 

7 Nisan 2016 Perşembe


    Gece olsam yürümezdim gün ışığının çığırtkanlığına. Uzanır sessizliğin bulutsu yüzüne, derin solur, yeğnirdim.

    Saman sarısı gün, yüzünde ışıklar oynaşıyor. Taşların dibinden yapraklanmış ıtırlı çiçekler, ufacık. Lafazanlığında tembel yazın, ufka verdik yönümüzü. Dört yanı düş, bir an, çeperine sıkışmış bir varlık bilinci gibi bir sonraya, öte'ye atıyor kendini. Ve yeni bir an başlıyor ve bir tane daha...

6 Nisan 2016 Çarşamba


    Yedi ölü yıkadık bu gece. İki kadın, biri yaşlı dört adam ve bir çocuk... Mora çalan dudaklarında donakalmış bir sözcük: 'öte'. İçlerini bundan çok sıkacak bir sözcük daha yok. Asla göremeyecekleri bir öte arafında, çürüyene kadar bekleyecekler. 

    Bu senin payen, dedi. Cebindeki küçük huzursuzluğu usulca çıkarıp sonra, senin o göğe bakan avcunun ortasına bıraktı, kaçtı. Savruk bir göktaşı kesildin, uçsuz bucaksız boşluğunda yaşamın, dönüp duran. 

3 Nisan 2016 Pazar


    Harf ayıkladık harflerin içinden. Göktense hayali gölgeler... Ve denizlerden kırılgan çizgiler...  

    Bir sarmaşık olsam kökleri gökyüzünde, yaprakları yıldız tozu... Sonsuzluk yanılgısı, düş karası gövdesine sarılarak evrenin, sarılarak ve çiçeklenerek uzaklaşsam tüm küçük ayrıntılarından yaşamın. 

    Bilmeliydiniz geceleri konukladığımızı yarasaları kollarımızda. Kanatlarına uçuk tebessümler kondurduğumuzu ve asılı bir körlük olduğumuzu onlarla birlikte. Unutarak kendi dilimizde konuşmayı, kara derili imgelerin ininde tiz çığlıklarıyla... Yabancılaştığımızı...