8 Eylül 2016 Perşembe




    Aramızda Dicle, lirik. Çamurlu akıyor biraz, bahardan; yine de gözlerinin yeşili sönmemiş. Daracık yolların, suya inen merdivenlerin, kalbine açılan oyuklar... Seni izlediğim teped ben ve on altılık çaycı çocuktan başka kimse yok. Solumdaki  yoldan kamyon geçiyor tek tük. Aşağı sarkıtıyorum bakışlarımı. Taze çıkmış çimenlere bağdaş kurmuş bir adam, kırklarında. Kır saçlı. Yüzünü Dicle'ye dönmüş. Bir süre bağdaşını bozmadan suyu izliyor. Sonra ayağa kalkıyor. Su insanın kabesi olur mu? Ya da tarih? Suya ve sana kıyam, rüku, secde... Adam namazını bitirince tekrar kuruyor bağdaşını. Beyaz gömleğinin kollarını sıvıyor. Ellerini çimenlerde gezdiriyor. Sonra sohbete koyuluyorsunuz. Özgü bir dil yaratmışsınız. Başkalarının anlamayacağından emin, yüksek sesle, coşkuyla konuşuyorsunuz. Sözcükleri seçmeye, anlamaya çalışmadan dinliyorum sizi.  Taburenin üstünde uzak, yabancı, öteki... 














    İmge cehennemi rüyalardan doğrulup olanca gücümle, güne bir selam verdim. Her zamanki gibiydi her şey. Bir bardak su içerken, giyinirken, kapıyı kapatırken, dışardaki gürültünün içinden geçip giderken... 

    Ağır adımlarla gölden şehre yürüyor eylül serinliği. Gün ışığı yumurta sarısından dumanlı soluk sarıya döndü. Bir yüzüm İstanbul. Bir yüzüm... 

   

6 Eylül 2016 Salı


    Öyle nehirlere bırakmamalı kendini. Su insanı her zaman doğru yere götürmez.